Yüz yıllık laik demokratik Cumhuriyet ve liberal ekonomi yönetimi ile yönetilmiş olmamız bize bu süreçte (geçmişten günümüze) ne kazandırdı, ne kaybettirdi. Ülkemizin durumunu emsal almadan önce, Demokratik Cumhuriyet olan Kongo Cumhuriyeti'nin 1940 lı yıllarını yüzeysel görüp incelemekte fayda var,.
Söz konusu tarihlerde sömürge devlet olan ve 1960 lı yıllarda Cumhuriyetle tanışan Kongo da halk adına değişen hemen hemen hiçbir şey yoktu. Ağır vergiler, kölelik ve siyasi ve etnik baskılar, kıyımlar, sürgünler, cezaevleri ve bizzat devlet (kral) tarafından oluşturulan sözüm ona devletin demokratik güçleri aracılığı ile devam ettiriliyordu.
Başkanın 500’ü silahlı 5000 kişilik özel ordusu ve kendi yakın çevresinin servet üstüne servet katması, kralın hapşırması üzerine veya kafasına giydiği şapkası yere düşmesi üzerine halka yüklenen ekonomik vergiler, (komik gibi gelebilir ama gerçek) Ülkedeki yönetimin adı her ne kadar Demokratik Cumhuriyet ise de uygulamada ne demokrasiden ne de cumhuriyetten söz etmek mümkün değildir.
Çünkü halk aç, sefil, perişan, işsiz..; Buda yetmiyormuş gibi kendi çabaları ile (devlet desteği olmaksızın) ekip, geceli gündüzlü çalışarak kendi bilek gücü ve alın teri ile geçinmelerini bir nebze iyileştirmelerine bile müsamaha gösterilmediği gibi yaşadıkları şehir köy veya kasaba ile ilgisi olmadığı ve kendilerinin de istifade etmedikleri egemen güçlerin hizmetlerine konulan yol, köprü, taşıt, orduya silah vb her şeyden kat be kat vergi veriyorlar, vermek zorunda bırakılıyorlardı.
Bunun diğer yönü de fakir ve yoksul halka dayatılan karınlarını doyurmak, sosyal problemleri çözmek yerine, ahiretlerini (cenneti) garantilemek gibi ruhani ve krala devlete karşı gelmenin hak aramanın büyük günah olduğu, bu dünyada açlıkla imtihan edilirseniz diğer tarafta bol bol rızkınız olacak, cennet sizi bekliyor gibi fikirlerle yoksul halkı daha yoksulluğa, köleleştirmeyi daha rahat hale getirip egemen yöneticilerinin saraylarda saltanat içinde yaşamalarına imkan sağlıyor. Gerek halkın gerekse ülkenin içinde bulunduğu sorunları görmüyor, duymuyor adete halka baskı korku ile üç maymunu oynatıyorlardı.
Bu durum Jomo Kenyatta'nin söylediği gibi..;
“Beyaz adam geldiğinde, bizim topraklarımız, onların ellerinde İncil vardı. İncil’i verip bizi uyuttular; gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizde, topraklarımız onlardaydı” şeklinde insanlar aptallaştırılmakta uyuşturulmakta ve sefillik çekilmez hale getirilmekteydi.
Gelelim ülkemizdeki yansımalarına,
1923 den 1948-50’lere gelinceye kadar ülkemizde 1. ve 2. Dünya Savaşları ve kendi kurtuluş nedeni yaşanan ekonomik zorluklar, ülkenin kalkınması için yapılan girişimler ve bu vesile ile oluşan yaşam zorluklarına rağmen ülkemizin içinde bulunduğu durum hali ile Bir Kongo ile kıyaslanamayacak kadar azda olsa (Dünya standartlarının çok çok altında olmasına rağmen) kendi yağında kavrulabilecek durumdaydık.
Hiç bir şekilde kullanmadığımız yolun köprünün hastanenin yükünü en azından vergilerle çekmiyorduk. Ülkemize yapılan yatırımların hiç birisinde devlet garantisi (Şirketlere, araç geçiş sayısı, Hastanelere, hastanelerdeki hasta sayısı gibi) verilmiyor ve bu vesile ile kendi Halkın emek ve alın terinden zoraki veya kral hapşırdığı için vergi alınmıyordu.
Ama 2000’li yıllardan bu yana uygulanan gerek ekonomik, gerek sözüm ona eğitim ve kültür ve gerekse din adına yapılan ya da yaptığını sandığımız hiç bir şeyden halk olarak memnun olunmadığı sessiz fısıltı ile de olsa dile getirilmektedir.
Bu durum her köşe başında külliye adı altında oturum alanlarından çok uzakta, sahillerde, dağ başlarında yapılan sözde ibadethaneler ve bunların kontrolden uzak kalması, yapılanlardan halkın 80-90’nın yılda bir kez bile geçmediği gitmediği yol, köprü, hastane vb sözde hizmetlerin halkın sırtına bir karabasan gibi çöktürülerek ne üdüğü belirsiz garantiler verilmek sureti ile mağduriyetlerin katlanmasına vesile olunması, enflasyon canavarı ile köşe kapmaca oynar gibi herkesin ekonomist olup plan ve projeler üreterek, gözlerden ateş çıkartmak, yastık altı kefen paraları ve çalışan ve emeklilerin kıyım içinde bırakılması ve esnaf, çiftçi köylü, pazarcı hele işsizler ordusu da cabası...
Açlık sınırının 16. Bin lirayı bulduğu zamanda dilenci parası (dilenciler de kabul etmiyor artık) lütfen verilen ve büyük sansasyonelmiş gibi yapılan ( asgari ücret ve çalışan-emekliler için ) artışlarla, yüzünü güldürüyor gibi gösterip öte yandan elektrik, su, petrol, yakıt, harçlar vergiler ve daha sayılamayacak kalemlerde en az 25’ler civarındaki artışlarla verdiğinin 4 katını geri almakla, Kongo dan farksız duruma gelme aşamasındayız.
Halkın inanç sadakati ve samimi vatanseverlik duyguları üzerinden koyun sürüsü haline getirilmeleri ister istemez akla Jomo Kenyatta'nin söylediği “Beyaz adam geldiğinde, bizim topraklarımız, onların ellerinde de İncil vardı. İncil’i verip bizi uyuttular; gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizde, topraklarımız onlardaydı" sözünü getirmektedir.
Gerçekten halkı bu kadar vasat bu kadar aciz bu kadar bıkkın hale dinle kitapla dize getirmiş mi oluyoruz, yoksa 4 yaşındaki daha konuşma çağındaki bebelere Arapça öğretmek ve beyinlerini evrensel ilim ve bilim ile eğiterek ileri müreffeh ülkeler seviyesine çıkartmak mi istiyoruz, yoksa bunun yerine hurafelerle doldurup köleleştirmek mi istiyoruz? ve Profların bile söylediği " Bize okumuş kültürlü, eğitimli adamlar değil okumamış cahiller lazım " söylemini akla getiriyor hali ile...!
Ülkede beyin göçünün on binleri bulduğu ve sırada da yüz binlerin olduğunu görmezden gelmek ne derece etik ne derece ahlaki..?
İnsanların inançları ile oynamayın onların sadakatini sarsmayın (ülke şu anda dinbazlar yüzünde 60 ı yozlaşmış tır.) Kişilerin inançlarını seçme hakkını kendilerine bırakın, ekonomist ayağına ülkeyi batırmaktan satmaktan vazgeçin.!
Kongo olmak istemiyoruz! Laik Demokratik Hukuk Cumhuriyeti olmak ve evrensel ülkeler düzeyinde yaşamak ve yaşatılmak istiyoruz. Bunun için ülkemiz gerek yer altı, gerek orman, gerek deniz ve gerekse tarım hayvancılık yönünden kendine fazlası ile yetecek seviyededir. (Tabii satılmadık kiralanmadık, orman, maden, deniz, liman kaldı ise..) Bizler 21. Asırda karanlıklar ile değil, aydınlık yarınlar ve çocuklarımıza yarınlara umutla bakabileceği özgür beyinlere sahip bir yaşam bırakmalıyız. Lütfen kafanızı kumdan çıkartın.. Kâğıt üstünde yazılı olan değil, gerçekte Laik demokratik Hukuk ülkesinde yaşamak umudu ile. ***Aşk ile....***