Bilindiği gibi bu tür lobilerin asıl hedefi çocuklardır. Bu sebeple bu lobiler, çalışmaların yoğunluğunu çocuklar üzerinden programlayıp gelecek kuşaklara daha rahat aktarmayı hedeflemektedirler. Toplumda büyük bir kesim bu söylemlerimi çok ütopik görebilir. Fakat artık onları ikna etmekle uğraşacak zamanım yok. Çaba göstereceğim tek husus benin gibi bu davayı özümseyen kardeşlerimle yola devam etmektir. Nasibi olan bu onurlu yolda yürüyecektir.
Buyurun başlayalım;
Genel olarak anlaşılması gereken en temel husus şudur; bir haktan bahsedebilmek için öncelikle bu hakkın yasalarda düzenlenmiş olması gerekir. Ya da bu hakkın bir örf adet kuralı haline gelmiş ve toplumca benimsenmiş olması gerekir. Fakat yasalarda düzenlenmiş bir hakkın örf adet kurallarında benimsenmemiş olması, belli bir takım sorunların yaşanmasına sebep olabilir. Çünkü bir taraftan hak olduğu savunulurken diğer taraftan da suç olduğu benimsenmişse bu defa yasa koyucuların bu karmaşaya çözüm üretmesi gerekir. İşte günümüzde de yasalarda her hangi bir sınırlama olmadığı için LGBT lobileri istedikleri gibi faaliyetlerini hayata geçirebilmektedir. Fakat topluma yerleşmiş örf ve adet kurallarında bu tür yapılanmalar kabul görmediğinden tepkiler de buna bağlı olarak gün gün artmaktadır. Bir çok şehirde onur yürüyüşü adı altında LGBT lobileri yürüyüşler yapmış ve toplumun bu yönde dikkatini çekerek kabul görme çabasına girmiştir. Tabi bazı vicdanlı ve duyarlı valiler bu tarz yürüyüşleri ahlaka ve toplum düzenine aykırılıktan iptal etmiştir. Bu lobiler tepkilere rağmen varlığını sürdürmeye ve bir çok alanda kendini göstermeye devam etmiştir.
Bu yapılanmaların yasal zemine oturtulduğu ve kolay bir şekilde lobileşmelerini sağlamaları İstanbul Sözleşmesi’yle başladığını söyleyebiliriz. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nde (sözleşme, İstanbul’da yapıldığı için bu ismi almıştır fakat asıl adı; Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir) açıkça 4.maddede temel haklar şu şekilde sıralanmıştır;
…Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.
Türkiye, 11 Mayıs 2011'de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda onaylayan ilk ülke olmuştur. Onay belgesi 14 Mart 2012 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine iletildi. 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sözleşmenin feshedilmesine karar verildi. Bu bağlamda Türkiye, 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiş oldu.
Anayasa’nın 90. Maddesi gereği; “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Eşcinsellik konusu bir temel hak ve özgürlük konusunu olarak kabul edildiği için büyük bir hak üstünlüğü elde etmiş oldu. Tabi meclis 6284 sayılı yasa da düzenleyerek bu sözleşmeyi uygulama alanını kolaylaştırmıştır. Büyük tepkilerin ardından 1 Temmuz 2021’de sözleşmeden çekilmiş olunsa da uzun süre “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganlarıyla varlığını devam ettirmeye çalışmışlardır. Hatta bazı Baro’lar bu alanda komisyonlar kurmuş faaliyetleri kolaylaştırmışlar. Yürürlükten kaldırılmış bir sözleşmenin neden varlığı önem teşkil etmekte? Bundan yarar sağlayacaklar kimlerdir? Başta kadın toplulukları tepki göstermiş ve kadın cinayetlerinin önünü ancak bu sözleşmeyle gelinebileceği vurgulanmıştır. Oysaki istatistiklere bakıldığında 2011- 2020 tarihleri arasında gerçekleşmiş kadın cinayetlerinde büyük bir artış gözlemlenmiş. O halde bu sözleşme kadın haklarını koruduğu tezini çürütmektedir. Peki bu sözleşmeyi savunan kesimlere bakmaya devam ettiğimizde bu defa da karşımıza toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan kesim ortaya çıkmaktadır. Nedir bu toplumsal cinsiyet eşitliği? Toplumsal cinsiyet eşitliğini şu şekilde tanımlamaktadırlar;
- Doğuştan gelmez, öğrenilir. Temelleri biyolojik farklara dayanmaz.
- Toplumsal cinsiyet herhangi bir biyolojik temele dayanmaksızın kadınlara ve erkeklere atfedilen görev, sorumluluk, yetenek ve davranışlarına dair beklentiler ve inançlardır.
- Kültür, sosyoekonomik faktörler, eğitim, inanç, etnik faktörler; içinde yaşanılan zaman ve coğrafya tarafından şekillenir. Çocuklukta öğrenilmeye başlanır. Toplum tarafından pekiştirilir.
- Evrensel değildir. En önemlisi, değiştirilebilir.
Bu tanımlama elbette LGBT lobilerinin önündeki engelleri kaldırarak kolay faaliyet sağlayabilecek bir alan sağlayacaktır. Zaten sözleşmede de açıkça belirtildiği üzere; cinsel yönelimli kişilerin de haklarını korumayı hedeflediğini açıkça belirtmişlerdir. Bu da yasal zemine oturtulan ilk yol oldu. Eğer bu sözleşme varlığını sürdürmüş olsaydı bu defa yaptırım hükümlerinde güncelleme getirilecek ve henüz reşit olmamış çocukların cinsel kimlik karmaşasının yaşanması durumunda devlet eliyle anne-babadan velayet hakları alınacak ve devlet eliyle cinsiyetleri değiştirilecekti. Sonrasında uygun görülecek bir aileye verileceklerdi. Tabi koruma altına alacak ailenin de eşcinsel bir aile olmayacağının garantisini de vermek güç olacaktı. Kısaca bu sözleşmelerin yapılması aile yapılanmasını güçlendirmek değil tam tersine toplumsal yapılanmayı yerle bir edecek cinsiyetsizlik projelerinin hayata geçirerek aile yapılanmasını yerle bir etmektir.
Yasalara değinmişken şimdi de Anayasa’nın 41. Maddesine bir göz atalım. Bu madde, “Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” başlığıyla şu şekilde düzenlenmiştir;
“…Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
Bu düzenlemeye göre “çocuğun üstün yararı, çocuğun istismarı, çocuğun şiddete uğraması” aynı zamanda anayasal bir tabirdir. Bu kapsamda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bu alanda görevli olduğu için herhangi bir faaliyette direk bu bakanlığa bildirimde bulunulması büyük bir önem taşıyacaktır. Yine bu maddeye göre “çocuğun istismara uğraması, şiddete maruz kalınması” şeklinde gerekçe gösterilerek çocuğun ruhsal ve manevi gelişimine aykırılık teşkil edildiği ifade edilerek hukuksal işlem durdurulmalıdır.
Tüm bu Anayasal metinler çocuğun üstün yararını koruma altına aldıysa o halde kim diyebilir ki çocukların, eşcinsel bireylerle ruhsal gelişimini sağlıklı bir şekilde tamamlamasının mümkün olduğunu? Hadi bu alandaki psikiyatrlar görüş bildirsin. Elbette alanında uzman psikiyatrlar; çocuğun zihinsel, ruhsal gelişimi için bu tarz lobilerin faaliyetlerinin çocuğun ruhsal ve zihinsel gelişimine uygun olmadığını hatta bu tarz faaliyetlerde çocukların bulundurulmaması ya da bu faaliyetlere maruz bırakılmaması gerektiğini savunacaklardır. O halde bu tarz lobici faaliyetlerin devlet eliyle durdurulduğu güne kadar tepkimizi net bir şekilde ortaya koymalı ve ilgili mercileri durumdan haberdar etmeliyiz. Unutmayalım ki, her zorluğun ardından bir kolaylık gelecektir. Her birinizin nesli korumak için vermiş olduğu gayret ve çaba olumlu sonuçlar doğuracaktır. Sevgi ve dua ile.