Bir açlıktır cehalet. Bilgi açlığı değil yalnız. Çok daha farklı bir şeydir onun durumu. Normal açlığın birazcık masumiyeti vardır çünkü. Yalnız cehaletin masumiyetten uzak görüntüsü hemen belli eder kendini. O yüzden normal sınırların çok çok ötesindedir. Günlük her zamanki sıradan yaşantıda çok sık karşılaşılır cehaletle. İlk bakışta yanlış anlaşılır ve normal karşılanır. Rutin yaşantının ürünü olarak algılanır ve öyle değerlendirilir. Yalnız onunla yüzleşmek gerekir. Şayet yüzleşilmezse onunla gerçek boyutunu ve tahribatını anlamak güçleşir. Yıkıcı etkilerinin önüne geçilmesi zorlaşır hatta imkânsızlaşır. Gerçi cehaletle yüzleşilse dahi onun önüne geçmek imkânsızdır ama en azından insanda bir anlaşılabilirlik duygusu oluşturur. Bu da ancak bir yere kadar tahammül sınırlarının içinde kalır.
Bundan yıllar yıllar önce filozofun biri cehalete erdem teşhisi koymuş ve öyle tanılamış onu. İçinden iyi niyet ürünü olmayan hiçbir düşüncenin geçmediğine kesin kanaat getirebilirim. Çünkü gerçekten iddialı bir söylemdir bu ve derince bir alt yapısı kurgulanmıştır önceden. Bu lafı söyleyeni filozof diye de bildiğimize göre cehalet erdemdir kıssası derince muhtevalar içerdiği kesindir. Düşünüyorsun gece gündüz, sınırlı sayıda olanaklarla bir düzine bilgiye sahip oluyorsun ve hepsini bir kenara bırakıp hiçbir şey olmamış gibi cehaleti övüyorsun. Bu birazda zor bir seçimdir ve kesinlikle sıradan akılla kavramaya dönüştürülemez. Tabi burada sorgulamak istediğim şey kesinlikle filozofun içsel dünyası ya da bilgi birikimleri değil. Hele hele onun dünyaya bakış açısı hiç değil. Bu kıssayı yazıma almamın tek sebebi cehaleti eleştirirken ya da hezl ederken ondan faydalanmak ve onunla karşılaştırmak. Hepsi bu.
Önce geçmişe döneceğim ve o geçmiş zamanları irdeleyeceğim. Bundan yıllar yıllar öncesine. Bir küçük tasın insan yaşamına kâfi geldiği o günler. Her şeyin azim ve kararlılıkla gerçekleştiği, insanların büyük emek harcayarak bilgilere ulaştığı o günler şüphesiz ki meşakkatli günlerdi. Aydınlanmak, bilgi birikimlerini artırmak insanlar için çok zor hatta hayal bile denilebilirdi. Böyle olunca da insanların küçük bir kısmı bilmek, anlamak, kavramak gibi zihinsel süreçlerin peşinde koşardı. Bu bilgi avcıları müthiş gayret sarf ederlerdi ve ulaştıkları en ufak olgulara büyük kıymet verir, onları yaşatma idealiyle hareket ederlerdi. Hepsini bir kenara bırakacak olursak bu türden insanlar emeklerinin karşılıklarını en ufak tabiriyle almak isteyeceklerdir ki bu da isteyebilecekleri temel haklarındandır. Zaten büyük bir kısmı hatta çoğunluğu betimlemesini yaptığım gibi davranmışlardır. Ekollerini, düşüncelerini, yaşam görüşlerini dile getirmişler, sahiplenmişler ve onları yaşatmışlardır. Diğer taraftan bahsini ettiğimiz filozofumuza konuyu getirelim. Bu filozof dillendirdiğimiz diğerleri gibi çalışıp, emek sarf edip bilginin peşinden koşmuş mudur? Evet. Ulaştığı bilgileri saklayıp, gerçekleştirip, yaşatmayı arzulamış mıdır? Yani, evet. Peki son sorum olarak da şunu söyleyecek olursam da haklıyım bence. Bu filozof neden her şeyini bir kenara bırakıp erdem gibi bir değeri cehalete bağlamış? Bu sorunun cevabını da ben versem yerinde olur sanırım. Fazla bir açıklama ya da cevap veremeceğim çünkü bu filozofun bahsettiği cehaletle benim anlatmaya çalıştığım cehalet aynı şeyler değil. Yoksa kendi tanımımla bu filozofu yargılasaydım kesinlikle ona deli derdim. Küçük bir ayrıntı gibi görünebilir ama her şeydir bu içerik. Bahsettiğimiz şeyler aynı şeyler değildir.
Benim cehaletim uzaktır her şeyden. Bilgiden, kültürden, medeniyetten. Uğramamıştır hiçbirine. Barbar yaşantıların ürünüdür ve köhne diyarlarda kol gezer. Hâkim olduğu bu yerlerde kargaşa egemendir. Bilinmezlik ve önüne geçilemezlik tüm hızıyla çepeçevre sarmıştır buraları. Dinsel, bilimsel, felsefik ya da diğer başka türden bilgilerin yeri yoktur bu ıssız topraklarda. Sadece cehalet vardır ve birde canavar gibi korkutucu görüntüsü. Tozdan topraktan alev alev yanan cesetler ordusunu andırır ve tepelerinde ciyak ciyak öten leş kargalarını, kuzgunlarını. Sürekli bir bağrışma içindedir benim cehaletim. Haykırır, kükrer ve salyalar akıtır. Bu topraklarda onun salyalarından oluşmuş koca koca göller, nehirler vardır ve lağım gibi koku yayarlar etrafına. Her türlü hayvandan da uzaktır buralar her türlü bitkiden ve nice diğer yaşam örüntülerinden. Bakteriler, virüsler bile barınamaz. Çünkü bu cehaletin özel bir isteği ve yeteneğidir. Çok güzel becerir bunu sadece. Bununla birlikte sallar topuzunu sağa sola. İçinden geldiği gibi iğrenç iğrenç kahkahalar atarak eğlenir ve kutlar kendini. Onun kadar halinden memnun kimse yoktur. Bütün diyarlara hükmettiğini, oralarda kendi egemenliğinin mutluluk ve düzen getirdiğine inanır. Yalnız uğrak yerlerinden geçerken insanlık kavramı tir tir titreyerek, içinden tarifi yapılmaz korkularla geçer. Ve o bunu güç gösterisi olarak algılar.
Benim cehaletim böyle bir şeydir işte. Hiçbir şeyden habersiz mutlulukla, haykıra haykıra kendi egemenliğini ilan etmeye çalıştığı o borazan gibi sesiyle bağırırken kendi acizliğinin ve ezikliğinin halini de üzerinden atamaz. Adeta ona yapışmışlar ve o ne derse biz buradayız diye kendilerini belli etmeye programlamışlardır. En son onun yakınından geçenler bu saçma durumun uzunca bir süre etkisinde kalmışlar, kendilerini onun aptallığından uzunca bir zaman alamamışlardır. Şimdi düşünüyorum da sanırım tanımını yaptığım cehaletle filozofun tasvirini yaptığı cehaleti aynı yazıda kullanmam çok büyük bir hata olmuş ve o filozofa derince saygısızlık yaptığımı htirmiştir bana. Ama sayın düşünür bana ne alınsın ne de gücensin. Benim bu yöntemimle aslında cehalet kavramının iç yüzünde birden fazla muhtevaların bulunduğu gerçeğini gün yüzüne çıkarmaktı. Filozof kendi olmasını isteği cehaleti tasvir etmiş oysa ben umumun kullandığı ve olması gereken değil de olan cehaleti kaleme almışım. Yine de her şeye rağmen ben onun cehaletine sahip çıkıyorum. Cehalet erdemdir. Yaşasın erdem olan cehalete.