Saadet Partisi Genel Başkanvekili Sabri Tekir, partisinin haftalık basın toplantısında gündemdeki konulara ilişkin açıklamalarda bulundu.
Tekir'in konuşmasından satır başları şöyle:
Bugün 14 Eylül Çarşamba... Eylül ayı, özellikle içinde bulunduğumuz bu hafta son yüzyıl insanlık tarihinde önemli kırılma noktalarının yaşandığı bir hafta..
Bu dönemde hepinizin malumu olan 11 Eylül 2001 yılındaki, İkiz Kule saldırıları gerçekleşti.
11 Eylül saldırıları, ABD açısından evrensel değerlerin, insan haklarının, hukukun rafa kaldırıldığı bir tarih oldu. Irak işgal edildi, Afganistan yağmalandı.
12 Eylül 1980 ise; Türkiyede insan haklarının, hukukun, adaletin rafa kaldırıldığı bir tarih oldu...
12 EYLÜLDE BİNLERCE MASUMUN CANI YAKILDI
ABDde New York da İkiz Kulelere yapılan saldırı tarihi olan 11 Eylül İslam coğrafyası için felaket oldu, 12 Eylül ise Türkiye Cumhuriyeti için benzer sonuçlar doğurdu.
Temennimiz şudur: Cenab-ı Hakk, bir daha bu millete 27 Mayıslar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 15 Temmuzlar yaşatmasın.
12 Eylül 1980de, haksız ve hukuksuz yere bir sürü masumun canı yandı. Aylarca cezaevlerinde tutuldular.
-Milyonlarca insan o dönemin iktidar sahipleri tarafından 'fiş'lendi.
-Yüzbinlerce insan dönemin kudretlileri tarafından yargılandı..
-Binlerce insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Oysa darbeleri önlemenin yolu, darbelerden, darbelere neden olan olaylardan ders çıkarmaktır. Dün yapılan hataları, bugün tekrar etmemektir.
Peki, bunlardan ders çıkarabiliyor muyuz? Üzüntüyle ifade etmek gerekirse hayır!
GÜCÜN HUKUKU DEĞİL, HUKUKUN GÜCÜ İŞLETİLMELİDİR
Nitekim, 12 Eylül döneminde ve sonrasında yapılan yanlışlar, Türkiyeyi 28 Şubata, 28 Şubatta yapılan yanlışlar da 15 Temmuza götürdü.
Ve her dönemde de on binlerce insan çeşitli bahanelerle fişlendi. Binlercesi işten atıldı, ihraç edildi. Gece yarıları evleri basıldı, örselendi. Demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları rafa kaldırıldı. Cezaevleri leb-a leb doldu.
İstiyoruz ki; bugün de aynı yanlışlara düşülmesin, aynı durumlara düşülmesin.
Kuşkusuz, her türlü terör örgütünün ve terör olayının üzerine gidilmelidir. Kuşkusuz, devlete sızmış her türlü illegal yapıya karşı tedbir alınmalıdır.
Ama, masumlar değil, gerçek suçlular cezalandırılmalıdır. Keyfilik değil, gerçek adalet esas alınmalı; gücün, iktidar olmanın hukuku değil, hukukun gücü işletilmelidir.
Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor;
-Ekonomisi bozuk, -Milli Geliri düşük, -Adil paylaşımdan uzak,(Yani gelir dağılımı dengesiz)
-Şeffaf ve denetlenebilir olmayan ve bu nedenle - Toplumsal barış ve huzurdan yoksun ülkeler daha çok darbeye muhatap kalıyor, daha çok darbe ortamını yaşıyorlar.
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK PROBLEMİ KUTUPLAŞMADIR
Nitekim: 12 Eylül darbesinden önce ülkeyi sağ-sol diye kamplara bölmüşlerdi. Şimdi de toplumsal fay hatları harekete geçirilerek, insanımız kutuplaştırılmaya çalışılıyor. Hem de kısa, ucuz siyasi çıkarlar pahasına.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, Türkiyenin en büyük problemi kutuplaşmadır; bunun da en önemli aracı siyasetin keskin dilidir. Ve bu kutuplaşmayı önlemenin de en önemli aracı yine siyasetin yapıcı, barışçıl, uzlaştırıcı ve kararlı dilidir.
Birbirini suçlayan, ötekileştiren, tehdit eden, bağıran çağıran bir dil hiç kimseye fayda sağlamadığı gibi toplumsal barışa da katkı sağlamaz..
Kokteyllerde buluşanlar, resepsiyonlarda buluşanlar, her gün bu milletin canını yakan terör olayları başta olmak üzere ülkenin ekonomik ve siyasi hayati konularda bir araya gelip konuşamıyorlarsa, siyasette, siyasetçide ve siyasetin yapılanmasında problem var demektir.
-Kim ki, terörü siyasi bir rant meselesi, oy devşirme aracı olarak görüyorsa, bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyor demektir.
-Kim ki, ötekileştirme politikasıyla toplumsal kutuplaşmayı körükleyerek siyasette ayakta kalmaya çalışıyorsa; bilinmelidir ve bilmelidir ki kaybetmeye mahkumdur.
Biz Saadet Partisi olarak, toplumsal kutuplaştırma politikalarına şiddetle karşıyız ve toplumsal kutuplaşmaya son vermekte kararlıyızYENİ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI
Muhterem arkadaşlarım; Pazartesi günü, ülkemizde yeni eğitim-öğretim yılı başladı.
Öncelikle, sevgili öğrencilerimize, çok değerli öğretmenlerimize, tüm eğitim camiamıza ve velilere sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir eğitim öğretim dönemi diliyorum.
Özellikle son birkaç yıldır ekonomi, yani istihdam, geçim sıkıntısı, her geçen gün artan fiyatlar insanımızın öncelikli gündemi olmaya devam ediyor.
Ancak, ekonomik problemlerimizin de temelinde yatan sebep, adalet ve eğitim alanlarındaki eksikliklerdir.
Adalet her işin başı, eğitim ise olmazsa olmazımızıdır. Devlet dediğimiz aygıt zaten güvenlik ve adalet için vardır.
Yeni eğitim öğretim yılı başlarken ülkemizin gerçek beka sorunu bir kez daha kendini hatırlatıyor. Şöyle ki:
-Türkiyede 15-24 yaş arasındaki çocuk ve gençlerin yaklaşık 3 milyon 649 bini ne eğitim görüyor ne de çalışıyor.
-İş arayanlar da dahil edildiğinde, toplam 4 milyon 87 bin gencimiz hayatın dışında, hayatını devam ettirmeye çalışıyor,
-Maddi yetersizlikten dolayı eğitim hayatını terk eden çocuklarımızın sayısı giderek artıyor. Geçtiğimiz yıl 500 binden fazla öğrenci eğitimini yarıda bırakmak durumunda kaldı.
-En acısı ve üzüntü verici olanı ise binlerce yetişmiş insanımızın yetersiz ve tatmin edici olmayan çalışma şartları nedeniyle, ülkesini terk edip, başka ülkelerde geleceklerini kurmak istemeleridir. Yani, zorunlu beyin göçüdür.
HER 4 ÇOCUKTAN 1'İ OKULA AÇ GİDİYOR
-Okula giden çocuklarımızın beslenme çantaları boş OECD'nin son verilerine göre Türkiye'deki çocukların yaklaşık %23'ü yoksul. TÜİK'e göre ise bu oran %33 e kadar çıkıyor.
-Her 4 çocuktan 1i okula aç gitmek zorunda kalıyor.
Bu, son derece kötü bir tablodur. Çünkü, bu kötü tablo sonuçta matematik ve fen bilimleri başta olmak üzere, okuduğunu anlama gibi kriterlerde ülkemizin son sıralarda yer almasına neden oluyor.
Çünkü çocuklarımız, zihinsel ve fiziksel gelişimleri için gerekli olan yeterli beslenme için imkan bulamıyorlar.
Ekonomide yaşanan problemler, eğitimde var olan problemleri, sosyal eşitsizlikleri tetiklemekte ve daha da derinleştirmektedir.
Düşünebiliyor musunuz? Bir siyasi parti, 20 yıldır tek başına iktidarda olacak ve bu ülkede; atanamayan öğretmenler, kalabalık sınıflar, okula gidemeyen binlerce çocuğumuz ve eğitimcilerimizin yetersiz maaşları hâlâ ülkenin gündeminde olacak.
Daha vahim olan ve en üzüldüğümüz şey ise şudur: bundan 5-10 yıl önce, eğitim denildiğinde başka başka konular öncelikli gündem olurdu.
Peki, şimdi gündemde hangi konular konuşuluyor? Öncelikli konularda nasıl bir değişme meydana geldi? Kırtasiye masrafları, beslenme çantası, servis ücretleri, yardımcı ders kitapları... ve..
Aslına bakılırsa Türkiyenin gerçek beka sorunu işte budur! Geleceğe umutla bakamayan, yeterli beslenemeyen, nitelikli eğitim alamayan evlatlarımız bu ülkenin öncelikli sorunudur.ÇOCUKLARIMIZI OKULA AÇ GÖNDEREN BU DÜZENİ DEĞİŞTİRECEĞİZ
Biz Saadet Partisi olarak, geleceği emanet edeceğimiz çocuklarımızı okula aç gönderen bu düzeni değiştirmeye kararlıyız.
Çocuğunun beslenme çantasına kuru ekmek koyan annelerin mahcubiyetini, ezikliğini bitirmekte kararlıyız.
Ailesine masraf olmasın diye okul kantininden uzak duran çocuklarımızın üzerindeki bu ağır yükü alacak, onların başları daha dik sağlam kişilikli olarak yetişmelerini sağlayacağız.
Güçlü devlet; büyük binaları olan, büyük cümleler kuran devlet değildir. Güçlü devlet, istikbalini emanet edeceği çocuklarına müreffeh bir yaşam, huzur ve aydınlık dolu bir gelecek sunan devlettir.
"Yaşanabilir ve Yeniden Büyük Türkiye" yi ülkemizin ihtiyacı olan maddi ve manevi kalkınmaya yönelik eğitim politikalarımızla kuracağız!TÜRKİYE'NİN EĞİTİM SORUNLARINI BİZ ÇÖZERİZ
Saadet Partisi olarak; Türkiyenin eğitim sorunlarını çözmekte son derece kararlıyız! Burada eğitim alanında atacağımız adımlara ilişkin sadece çok temel birkaç hususu dile getirmek istiyorum.
-Eğitim Sistemine veliler, öğrenciler ve öğretmenler tarafından duyulan güven çok alt seviyelerdedir. Güven ilişkisi olmayan, güvenilir olmayan bir sistemin ayakta kalması asla mümkün değildir.
-Eğitim sisteminin tüm yapı taşlarını bir araya getirerek, siyasi popülizmden uzak, ayakları yere basan, gerçekçi ve uygulanabilir bir sistem inşa edeceğiz.
-Eğitim sistemini iktidar(lar)ın ideolojik anlayışına göre değil; ahlak, adalet, demokrasi, hesap sorabilirlik hesap verebilirlik gibi değerlere göre yeniden şekillendireceğiz.
-Eğitim sistemini sınav stresinin cenderesinden kurtarıp; sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir sisteme dönüştüreceğiz.
-İnsan odaklı bir eğitim sistemi oluşturarak çocuklarımızı bu esasa göre yetiştireceğiz.
-Eğitimdeki eşitsizlikleri mümkün olduğu kadar en az seviyeye indirerek, kaliteli eğitimi maddi imkânları olan bir grup elitin imtiyazından çıkarıp toplumun geneline yayacağız.
-Dezavantajlı öğrenci ve ailelerini ekonomik ve sosyal olarak destekleyeceğiz.
-Öğrencilerden alınan sınav ücretlerini tamamen kaldıracak, eğitimin bütün kademelerinde burs imkânlarını artıracağız.
-Çocuklarımızın ilgi ve kabiliyetlerine uygun mesleklere erken yaşta yönlendirilmesine imkân veren bir mesleki rehberlik ve yönlendirme sistemi oluşturacağız.
-Taşımalı eğitim, ikili eğitim ve birleştirilmiş sınıflarda eğitim gibi eğitim - öğretim uygulamalarına son vereceğiz.
-Mesleki ve Teknik Eğitimi, geleceğin çalışma hayatı ve mevcut sektörlerin ihtiyaçlarını dikkate alarak planlayacak, meslek okullarındaki eğitimin niteliğini hem mesleki hem de akademik anlamda artıracağız.
-Yaygın eğitim kurumlarını, yaşam boyu eğitim yaklaşımı çerçevesinde, tüm halkın ihtiyaç duyduğu eğitimi alabileceği bir yapıya kavuşturacağız.
-Müfredatın planlanmasını kısa vadeli değil, hem uzun vadeli hem de 21. yüzyıl becerilerine yani geleceğe uyumlu olarak yapacağız..
-Eğitim Fakültelerinin kontenjanlarını, MEBin belirlediği orta ve uzun vadeli ihtiyaç doğrultusunda düzenleyerek, öğretmenlik programlarının başarılı öğrenciler tarafından tercih edilebilirliğini artıracağız.
-Öğretmenler arasında ücretli, kadrolu ve sözleşmeli gibi tüm ayrımları ortadan kaldırarak tüm öğretmenleri kadrolu olarak istihdam edeceğiz.
-Öğretmen alımlarında sınav puanını dikkate alacak, mülakat gibi keyfi uygulamalara son vereceğiz.
-Öğretmenlerin meslek onuruna yakışır şartlarda çalışabilmesi için; çalışma şartlarını, özlük, mali ve sosyal haklarını, eğitim hizmetinin önemine ve onuruna yakışır şekilde iyileştireceğiz.
-Okul güvenliği ve temizliği başta olmak üzere okullara, belirlenmiş nesnel kriterler doğrultusunda kaynak aktaracağız.
- Özel okulları salt ticari faaliyet yürüten anlayıştan kesinlikle uzaklaştıracağız.
-Özel öğretim kurumlarında görev alan öğretmenlerimizin de özlük, mali ve sosyal haklarını, kıdemlerine göre dengi resmî öğretim kurumlarında çalışanlarla denk seviyeye çıkaracağız.
-Eğitimin her kademesinde, özellikle de yönetim kademelerinde yapılan atamalarda liyakati esas alacağız.
TÜRKİYE BİR GECE ANSIZIN GELEN KARARLARLA YÖNETİLİYOR
Değerli arkadaşlar, ülkenin geleceğine yönelik politikalar sağlıklı bir anlayış çerçevesinde bir beka meselesi olarak ele alınıp öyle planlanmalıdır. Eğitim de ekonomi de günübirlik kararlarla bir gecede planlanamaz, planlanmamalıdır.
Eğitimden ekonomiye, her alanda Türkiyenin problemi tam olarak işte budur; her şeyin bir gecede olması!
Düşünme yok, plan yok, proje yokHer şey bir gecede ansızın oluyor veya oluveriyor.
-Bir gece ansızın eğitim modeli veya ekonomi modeli değişiyor.
-Bir gece ansızın ekonomi bakanı veya eğitim bakanı değişiyor..
-Bir gece ansızın Merkez Bankası Başkanı veya eğitim müfredatı değişiyor
-Bir gece ansızın düşman bildiklerimizle dost, dost bildiklerimizle düşman oluyoruz.
-Mesela İsrail ile anormal bir şekilde birdenbire bir gecede normalleşiveriyoruz.
Ama maalesef bu ansızın alınan kararların faturasını bu kararları alanlar değil, millet ödüyor. Mesela yine bir gece ansızın Kur Korumalı Mevduat modelini getiriyor ve biz bir gecede geçiveriyoruz.. Peki sonuç? Sadece 5 aylık maliyeti 60 milyar liranın üzerinde.
KANDIRILIYOR ve KANDIRIYORLAR
Çünkü, iktidar seçimin yaklaştığı şu anda attığı her adımı, ülkeyi düşünerek değil kendi iktidarını düşünerek atıyor.
Fakat, her işin sonunda yanılıyorlar! İşin acı yanı şu ki; yanıldıkları her şeyin bedelini kendileri değil bu millete ödetiyorlar!
Kanıyorlar, kandırılıyorlar ve tabii arkasından milleti kandırmak geliyor! Sonra da "kandırıldık" deyip, arkasından sözde özür diliyorlar.
Özürlerini kabul edip etmediğimizi sormadan yine kandırma ve kandırılma süreçleri devam edip gidiyor.
Ancak, tüm bunların acı faturaları insanımız tarafından ödeniyor.
Her seferinde de "Biz ve onlar" söylemleriyle yanlışların, yanılgıların üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Şimdi, hatıralarınızı tazeleyecek bir cümle okuyacağım ve bu cümle size son derece tanıdık gelecek. Bakınız:
"Şimdi karar verme zamanı. Tercihinizi yapın. Ya bizimlesiniz ya teröristlerin yanındasınız."
Evet bu cümleler, New Yorkdaki 11 Eylül saldırılarının ardından, dönemin ABD Başkanı George Bush'a ait. Fakat biz benzer hatta birebir aynı cümleleri Devlet büyüklerimizden de onlarca kez duyduk.
NE DEVLET SİZSİNİZ NE DE BU DEVLET SİZİN
George Bush ve ABD yönetimi, kendi yanlışlarına ortak olmayan herkesi teröristlerle işbirliği yapmakla suçladı ve bu söylem üzerinden kendi hatalarının görmezden gelinmesini istedi.
Ak Parti iktidarı da, her seçim öncesi benzer söylemlerle muhalefeti kriminalize etmeye ve kendilerine itiraz eden herkesi susturmaya çalışıyor.
Mesela iktidar ortağı, "hayat pahalılığı ve enflasyon var" diye sesini yükselten insanımıza, bu ülkede esas; "Fitne fücur enflasyonu var." diyebiliyor.
-Yanlışlarına itiraz eden herkes "fitneci!",
-"Bu böyle gitmez, yanlış yapıyorsunuz" diyen herkes "hain!",
-İktidara muhalefet eden herkes "terörist!"
Diyoruz ki, hayır! Türkiye'mizde bu kadar fitneci, bu kadar hain, bu kadar terörist olamaz!
Sizin yaptıklarınız yanlış. Yaptıklarınız, ülkemizin problemlerini çözmüyor, aksine daha da derinleştiriyor. Siz ise, size itiraz eden herkesi yaftalamayı tercih ediyorsunuz. Ve yine diyoruz ki;
Bu devlet, bu ülke sadece bir grup muhterisin değil, hepimizindir! Bu ülke, bu devlet; 85 milyon insanımızındır! Aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum...
Tekir'in konuşmasından satır başları şöyle:
Bugün 14 Eylül Çarşamba... Eylül ayı, özellikle içinde bulunduğumuz bu hafta son yüzyıl insanlık tarihinde önemli kırılma noktalarının yaşandığı bir hafta..
Bu dönemde hepinizin malumu olan 11 Eylül 2001 yılındaki, İkiz Kule saldırıları gerçekleşti.
11 Eylül saldırıları, ABD açısından evrensel değerlerin, insan haklarının, hukukun rafa kaldırıldığı bir tarih oldu. Irak işgal edildi, Afganistan yağmalandı.
12 Eylül 1980 ise; Türkiyede insan haklarının, hukukun, adaletin rafa kaldırıldığı bir tarih oldu...
12 EYLÜLDE BİNLERCE MASUMUN CANI YAKILDI
ABDde New York da İkiz Kulelere yapılan saldırı tarihi olan 11 Eylül İslam coğrafyası için felaket oldu, 12 Eylül ise Türkiye Cumhuriyeti için benzer sonuçlar doğurdu.
Temennimiz şudur: Cenab-ı Hakk, bir daha bu millete 27 Mayıslar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 15 Temmuzlar yaşatmasın.
12 Eylül 1980de, haksız ve hukuksuz yere bir sürü masumun canı yandı. Aylarca cezaevlerinde tutuldular.
-Milyonlarca insan o dönemin iktidar sahipleri tarafından 'fiş'lendi.
-Yüzbinlerce insan dönemin kudretlileri tarafından yargılandı..
-Binlerce insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Oysa darbeleri önlemenin yolu, darbelerden, darbelere neden olan olaylardan ders çıkarmaktır. Dün yapılan hataları, bugün tekrar etmemektir.
Peki, bunlardan ders çıkarabiliyor muyuz? Üzüntüyle ifade etmek gerekirse hayır!
GÜCÜN HUKUKU DEĞİL, HUKUKUN GÜCÜ İŞLETİLMELİDİR
Nitekim, 12 Eylül döneminde ve sonrasında yapılan yanlışlar, Türkiyeyi 28 Şubata, 28 Şubatta yapılan yanlışlar da 15 Temmuza götürdü.
Ve her dönemde de on binlerce insan çeşitli bahanelerle fişlendi. Binlercesi işten atıldı, ihraç edildi. Gece yarıları evleri basıldı, örselendi. Demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları rafa kaldırıldı. Cezaevleri leb-a leb doldu.
İstiyoruz ki; bugün de aynı yanlışlara düşülmesin, aynı durumlara düşülmesin.
Kuşkusuz, her türlü terör örgütünün ve terör olayının üzerine gidilmelidir. Kuşkusuz, devlete sızmış her türlü illegal yapıya karşı tedbir alınmalıdır.
Ama, masumlar değil, gerçek suçlular cezalandırılmalıdır. Keyfilik değil, gerçek adalet esas alınmalı; gücün, iktidar olmanın hukuku değil, hukukun gücü işletilmelidir.
Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor;
-Ekonomisi bozuk, -Milli Geliri düşük, -Adil paylaşımdan uzak,(Yani gelir dağılımı dengesiz)
-Şeffaf ve denetlenebilir olmayan ve bu nedenle - Toplumsal barış ve huzurdan yoksun ülkeler daha çok darbeye muhatap kalıyor, daha çok darbe ortamını yaşıyorlar.
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK PROBLEMİ KUTUPLAŞMADIR
Nitekim: 12 Eylül darbesinden önce ülkeyi sağ-sol diye kamplara bölmüşlerdi. Şimdi de toplumsal fay hatları harekete geçirilerek, insanımız kutuplaştırılmaya çalışılıyor. Hem de kısa, ucuz siyasi çıkarlar pahasına.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, Türkiyenin en büyük problemi kutuplaşmadır; bunun da en önemli aracı siyasetin keskin dilidir. Ve bu kutuplaşmayı önlemenin de en önemli aracı yine siyasetin yapıcı, barışçıl, uzlaştırıcı ve kararlı dilidir.
Birbirini suçlayan, ötekileştiren, tehdit eden, bağıran çağıran bir dil hiç kimseye fayda sağlamadığı gibi toplumsal barışa da katkı sağlamaz..
Kokteyllerde buluşanlar, resepsiyonlarda buluşanlar, her gün bu milletin canını yakan terör olayları başta olmak üzere ülkenin ekonomik ve siyasi hayati konularda bir araya gelip konuşamıyorlarsa, siyasette, siyasetçide ve siyasetin yapılanmasında problem var demektir.
-Kim ki, terörü siyasi bir rant meselesi, oy devşirme aracı olarak görüyorsa, bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyor demektir.
-Kim ki, ötekileştirme politikasıyla toplumsal kutuplaşmayı körükleyerek siyasette ayakta kalmaya çalışıyorsa; bilinmelidir ve bilmelidir ki kaybetmeye mahkumdur.
Biz Saadet Partisi olarak, toplumsal kutuplaştırma politikalarına şiddetle karşıyız ve toplumsal kutuplaşmaya son vermekte kararlıyızYENİ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI
Muhterem arkadaşlarım; Pazartesi günü, ülkemizde yeni eğitim-öğretim yılı başladı.
Öncelikle, sevgili öğrencilerimize, çok değerli öğretmenlerimize, tüm eğitim camiamıza ve velilere sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir eğitim öğretim dönemi diliyorum.
Özellikle son birkaç yıldır ekonomi, yani istihdam, geçim sıkıntısı, her geçen gün artan fiyatlar insanımızın öncelikli gündemi olmaya devam ediyor.
Ancak, ekonomik problemlerimizin de temelinde yatan sebep, adalet ve eğitim alanlarındaki eksikliklerdir.
Adalet her işin başı, eğitim ise olmazsa olmazımızıdır. Devlet dediğimiz aygıt zaten güvenlik ve adalet için vardır.
Yeni eğitim öğretim yılı başlarken ülkemizin gerçek beka sorunu bir kez daha kendini hatırlatıyor. Şöyle ki:
-Türkiyede 15-24 yaş arasındaki çocuk ve gençlerin yaklaşık 3 milyon 649 bini ne eğitim görüyor ne de çalışıyor.
-İş arayanlar da dahil edildiğinde, toplam 4 milyon 87 bin gencimiz hayatın dışında, hayatını devam ettirmeye çalışıyor,
-Maddi yetersizlikten dolayı eğitim hayatını terk eden çocuklarımızın sayısı giderek artıyor. Geçtiğimiz yıl 500 binden fazla öğrenci eğitimini yarıda bırakmak durumunda kaldı.
-En acısı ve üzüntü verici olanı ise binlerce yetişmiş insanımızın yetersiz ve tatmin edici olmayan çalışma şartları nedeniyle, ülkesini terk edip, başka ülkelerde geleceklerini kurmak istemeleridir. Yani, zorunlu beyin göçüdür.
HER 4 ÇOCUKTAN 1'İ OKULA AÇ GİDİYOR
-Okula giden çocuklarımızın beslenme çantaları boş OECD'nin son verilerine göre Türkiye'deki çocukların yaklaşık %23'ü yoksul. TÜİK'e göre ise bu oran %33 e kadar çıkıyor.
-Her 4 çocuktan 1i okula aç gitmek zorunda kalıyor.
Bu, son derece kötü bir tablodur. Çünkü, bu kötü tablo sonuçta matematik ve fen bilimleri başta olmak üzere, okuduğunu anlama gibi kriterlerde ülkemizin son sıralarda yer almasına neden oluyor.
Çünkü çocuklarımız, zihinsel ve fiziksel gelişimleri için gerekli olan yeterli beslenme için imkan bulamıyorlar.
Ekonomide yaşanan problemler, eğitimde var olan problemleri, sosyal eşitsizlikleri tetiklemekte ve daha da derinleştirmektedir.
Düşünebiliyor musunuz? Bir siyasi parti, 20 yıldır tek başına iktidarda olacak ve bu ülkede; atanamayan öğretmenler, kalabalık sınıflar, okula gidemeyen binlerce çocuğumuz ve eğitimcilerimizin yetersiz maaşları hâlâ ülkenin gündeminde olacak.
Daha vahim olan ve en üzüldüğümüz şey ise şudur: bundan 5-10 yıl önce, eğitim denildiğinde başka başka konular öncelikli gündem olurdu.
Peki, şimdi gündemde hangi konular konuşuluyor? Öncelikli konularda nasıl bir değişme meydana geldi? Kırtasiye masrafları, beslenme çantası, servis ücretleri, yardımcı ders kitapları... ve..
Aslına bakılırsa Türkiyenin gerçek beka sorunu işte budur! Geleceğe umutla bakamayan, yeterli beslenemeyen, nitelikli eğitim alamayan evlatlarımız bu ülkenin öncelikli sorunudur.ÇOCUKLARIMIZI OKULA AÇ GÖNDEREN BU DÜZENİ DEĞİŞTİRECEĞİZ
Biz Saadet Partisi olarak, geleceği emanet edeceğimiz çocuklarımızı okula aç gönderen bu düzeni değiştirmeye kararlıyız.
Çocuğunun beslenme çantasına kuru ekmek koyan annelerin mahcubiyetini, ezikliğini bitirmekte kararlıyız.
Ailesine masraf olmasın diye okul kantininden uzak duran çocuklarımızın üzerindeki bu ağır yükü alacak, onların başları daha dik sağlam kişilikli olarak yetişmelerini sağlayacağız.
Güçlü devlet; büyük binaları olan, büyük cümleler kuran devlet değildir. Güçlü devlet, istikbalini emanet edeceği çocuklarına müreffeh bir yaşam, huzur ve aydınlık dolu bir gelecek sunan devlettir.
"Yaşanabilir ve Yeniden Büyük Türkiye" yi ülkemizin ihtiyacı olan maddi ve manevi kalkınmaya yönelik eğitim politikalarımızla kuracağız!TÜRKİYE'NİN EĞİTİM SORUNLARINI BİZ ÇÖZERİZ
Saadet Partisi olarak; Türkiyenin eğitim sorunlarını çözmekte son derece kararlıyız! Burada eğitim alanında atacağımız adımlara ilişkin sadece çok temel birkaç hususu dile getirmek istiyorum.
-Eğitim Sistemine veliler, öğrenciler ve öğretmenler tarafından duyulan güven çok alt seviyelerdedir. Güven ilişkisi olmayan, güvenilir olmayan bir sistemin ayakta kalması asla mümkün değildir.
-Eğitim sisteminin tüm yapı taşlarını bir araya getirerek, siyasi popülizmden uzak, ayakları yere basan, gerçekçi ve uygulanabilir bir sistem inşa edeceğiz.
-Eğitim sistemini iktidar(lar)ın ideolojik anlayışına göre değil; ahlak, adalet, demokrasi, hesap sorabilirlik hesap verebilirlik gibi değerlere göre yeniden şekillendireceğiz.
-Eğitim sistemini sınav stresinin cenderesinden kurtarıp; sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir sisteme dönüştüreceğiz.
-İnsan odaklı bir eğitim sistemi oluşturarak çocuklarımızı bu esasa göre yetiştireceğiz.
-Eğitimdeki eşitsizlikleri mümkün olduğu kadar en az seviyeye indirerek, kaliteli eğitimi maddi imkânları olan bir grup elitin imtiyazından çıkarıp toplumun geneline yayacağız.
-Dezavantajlı öğrenci ve ailelerini ekonomik ve sosyal olarak destekleyeceğiz.
-Öğrencilerden alınan sınav ücretlerini tamamen kaldıracak, eğitimin bütün kademelerinde burs imkânlarını artıracağız.
-Çocuklarımızın ilgi ve kabiliyetlerine uygun mesleklere erken yaşta yönlendirilmesine imkân veren bir mesleki rehberlik ve yönlendirme sistemi oluşturacağız.
-Taşımalı eğitim, ikili eğitim ve birleştirilmiş sınıflarda eğitim gibi eğitim - öğretim uygulamalarına son vereceğiz.
-Mesleki ve Teknik Eğitimi, geleceğin çalışma hayatı ve mevcut sektörlerin ihtiyaçlarını dikkate alarak planlayacak, meslek okullarındaki eğitimin niteliğini hem mesleki hem de akademik anlamda artıracağız.
-Yaygın eğitim kurumlarını, yaşam boyu eğitim yaklaşımı çerçevesinde, tüm halkın ihtiyaç duyduğu eğitimi alabileceği bir yapıya kavuşturacağız.
-Müfredatın planlanmasını kısa vadeli değil, hem uzun vadeli hem de 21. yüzyıl becerilerine yani geleceğe uyumlu olarak yapacağız..
-Eğitim Fakültelerinin kontenjanlarını, MEBin belirlediği orta ve uzun vadeli ihtiyaç doğrultusunda düzenleyerek, öğretmenlik programlarının başarılı öğrenciler tarafından tercih edilebilirliğini artıracağız.
-Öğretmenler arasında ücretli, kadrolu ve sözleşmeli gibi tüm ayrımları ortadan kaldırarak tüm öğretmenleri kadrolu olarak istihdam edeceğiz.
-Öğretmen alımlarında sınav puanını dikkate alacak, mülakat gibi keyfi uygulamalara son vereceğiz.
-Öğretmenlerin meslek onuruna yakışır şartlarda çalışabilmesi için; çalışma şartlarını, özlük, mali ve sosyal haklarını, eğitim hizmetinin önemine ve onuruna yakışır şekilde iyileştireceğiz.
-Okul güvenliği ve temizliği başta olmak üzere okullara, belirlenmiş nesnel kriterler doğrultusunda kaynak aktaracağız.
- Özel okulları salt ticari faaliyet yürüten anlayıştan kesinlikle uzaklaştıracağız.
-Özel öğretim kurumlarında görev alan öğretmenlerimizin de özlük, mali ve sosyal haklarını, kıdemlerine göre dengi resmî öğretim kurumlarında çalışanlarla denk seviyeye çıkaracağız.
-Eğitimin her kademesinde, özellikle de yönetim kademelerinde yapılan atamalarda liyakati esas alacağız.
TÜRKİYE BİR GECE ANSIZIN GELEN KARARLARLA YÖNETİLİYOR
Değerli arkadaşlar, ülkenin geleceğine yönelik politikalar sağlıklı bir anlayış çerçevesinde bir beka meselesi olarak ele alınıp öyle planlanmalıdır. Eğitim de ekonomi de günübirlik kararlarla bir gecede planlanamaz, planlanmamalıdır.
Eğitimden ekonomiye, her alanda Türkiyenin problemi tam olarak işte budur; her şeyin bir gecede olması!
Düşünme yok, plan yok, proje yokHer şey bir gecede ansızın oluyor veya oluveriyor.
-Bir gece ansızın eğitim modeli veya ekonomi modeli değişiyor.
-Bir gece ansızın ekonomi bakanı veya eğitim bakanı değişiyor..
-Bir gece ansızın Merkez Bankası Başkanı veya eğitim müfredatı değişiyor
-Bir gece ansızın düşman bildiklerimizle dost, dost bildiklerimizle düşman oluyoruz.
-Mesela İsrail ile anormal bir şekilde birdenbire bir gecede normalleşiveriyoruz.
Ama maalesef bu ansızın alınan kararların faturasını bu kararları alanlar değil, millet ödüyor. Mesela yine bir gece ansızın Kur Korumalı Mevduat modelini getiriyor ve biz bir gecede geçiveriyoruz.. Peki sonuç? Sadece 5 aylık maliyeti 60 milyar liranın üzerinde.
KANDIRILIYOR ve KANDIRIYORLAR
Çünkü, iktidar seçimin yaklaştığı şu anda attığı her adımı, ülkeyi düşünerek değil kendi iktidarını düşünerek atıyor.
Fakat, her işin sonunda yanılıyorlar! İşin acı yanı şu ki; yanıldıkları her şeyin bedelini kendileri değil bu millete ödetiyorlar!
Kanıyorlar, kandırılıyorlar ve tabii arkasından milleti kandırmak geliyor! Sonra da "kandırıldık" deyip, arkasından sözde özür diliyorlar.
Özürlerini kabul edip etmediğimizi sormadan yine kandırma ve kandırılma süreçleri devam edip gidiyor.
Ancak, tüm bunların acı faturaları insanımız tarafından ödeniyor.
Her seferinde de "Biz ve onlar" söylemleriyle yanlışların, yanılgıların üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Şimdi, hatıralarınızı tazeleyecek bir cümle okuyacağım ve bu cümle size son derece tanıdık gelecek. Bakınız:
"Şimdi karar verme zamanı. Tercihinizi yapın. Ya bizimlesiniz ya teröristlerin yanındasınız."
Evet bu cümleler, New Yorkdaki 11 Eylül saldırılarının ardından, dönemin ABD Başkanı George Bush'a ait. Fakat biz benzer hatta birebir aynı cümleleri Devlet büyüklerimizden de onlarca kez duyduk.
NE DEVLET SİZSİNİZ NE DE BU DEVLET SİZİN
George Bush ve ABD yönetimi, kendi yanlışlarına ortak olmayan herkesi teröristlerle işbirliği yapmakla suçladı ve bu söylem üzerinden kendi hatalarının görmezden gelinmesini istedi.
Ak Parti iktidarı da, her seçim öncesi benzer söylemlerle muhalefeti kriminalize etmeye ve kendilerine itiraz eden herkesi susturmaya çalışıyor.
Mesela iktidar ortağı, "hayat pahalılığı ve enflasyon var" diye sesini yükselten insanımıza, bu ülkede esas; "Fitne fücur enflasyonu var." diyebiliyor.
-Yanlışlarına itiraz eden herkes "fitneci!",
-"Bu böyle gitmez, yanlış yapıyorsunuz" diyen herkes "hain!",
-İktidara muhalefet eden herkes "terörist!"
Diyoruz ki, hayır! Türkiye'mizde bu kadar fitneci, bu kadar hain, bu kadar terörist olamaz!
Sizin yaptıklarınız yanlış. Yaptıklarınız, ülkemizin problemlerini çözmüyor, aksine daha da derinleştiriyor. Siz ise, size itiraz eden herkesi yaftalamayı tercih ediyorsunuz. Ve yine diyoruz ki;
Bu devlet, bu ülke sadece bir grup muhterisin değil, hepimizindir! Bu ülke, bu devlet; 85 milyon insanımızındır! Aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum...