PeyamaKurd adlı haber portalına açıklamalarda bulunan Baydemir’e göre Kürtler Ortadoğu’nun temel dinamiğidir.
İşte o röportajın tamamı
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve Kürtlerin buradaki durumu ve rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her dört parça Kürdistan için de söylüyorum, bütün Ortadoğu Coğrafyasında, Kürtler şu anda demokrasinin temel dinamiğidir, Ortadoğu’da insani değerlerin gelişiminin ve kalkınmasının temel dinamiğidir. Daha açık ifade etmek gerekirse, bugün Ortadoğu’nun en temel sorunlar, halkların halk olmasından kaynaklı kimliklerinin, kültürlerinin dillerinin baskı altında tutmasından dolayı yaşanan kriz, ikincisi de mezhep kavgasından dolayı yaşanan krizdir. İkisinin açığa çıkarmış olduğu üçüncü bir sorun var, o da devlet geleneklerinin tamamının demokrasiden uzak oluşu. Dolayısıyla liderlerinin neredeyse tamamının demokrasiden uzak oluşu. Bunu devletler anlamında söylüyorum. Bu sorunlarının tümünün kökenine baktığımızda, bizi yüz yıl öncesine götürüyor. Adeta barışı ortadan kaldıran Sykes- Picot anlaşması miadını doldurdu. Ortadoğu yeniden şekilleniyor. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde barışın gerçek manada tesisi; Kürt halkının özgürlük talebi, Kürt halkının statü talebi ve Kürt halkının Arap, Fars, Türk halkıyla eşit ve kardeşlik, dostluk hukuku içerisinde yaşam talebinin kabulünden geçiyor. Eğer bu sağlanırsa hem Kürtler özgürleşmiş olmakla kalınmayacak, 70-80 yıldır Ortadoğu’da sistemlerin, devletlerin demokrasiye kavuşmamasının önündeki bir engel de aşılmış olacak. Bir kriz alanı aşılmış olacak. Dolayısıyla Ortadoğu halklarına demokrasi kültürünü getirmek demek aynı zamanda Kürtlerin özgürlüğü demek. Bu nedenle de ben yaşamış olduğumuz bu acıların, bu sıkıntıların, bünyesinde büyük bir ferahlığı, sosyal ve siyasal dönüşümü barındırdığına inanıyorum.
Türkiye’de Kürt siyasetine yönelik ortaya çıkan baskıları Ortadoğu’da son zamanlarda yaşananlara bağlıyor musunuz? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef neredeyse 60-70 yıl boyunca Tahran, Bağdat, Şam ve Ankara Kürtlerin statü sahibi olmaması, Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı haklarını kullanılmaması için bir ittifak halindeydiler. Şimdi bu ittifak bozuldu, çeşitli nedenlerden dolayı. Aslında bu şer cephesiydi. Ortadoğu’daki son gelişmelerden kaynaklı bu şer cephesi çatırdadı. Ancak şu an Ankara halen bu konuda direniyor. Türkiye’de çözüm sürecini çökerten, masayı deviren en temel nedenlerden bir tanesi, Rojava’da, Kürtlerin statüye doğru ilerleyişini Ankara’nın bir beka sorunu olarak kodlamasıdır. Yani bir nevi 70 yıllık politikalarına geri döndüler. Çözüm sürecini, müzakere sürecini, demokratikleşme sürecinin tümünü heba ettiler ve bunu kırmızı bir çizgi olarak kodladılar. Örneğin; Suriye’de Kürt sorunu çözüldüğünde ve Kürtler “Suriye Demokratik Federasyonu”nun bir parçası olduğunda bu politika çökmüş olacak. Ankara’nın bu politikası hükmünü yitirmiş olacak. Hem içeride hem dışarıda Kürt düşmanlığı politikasından bu vesileyle vazgeçmiş olacak, vazgeçme durumuna gelmiş olacak. Bu nedenle ben, Suriye’deki sorunun çözümünün Türkiye’deki sorunun çözümüne de bir kapı açacağına inanıyorum.
Peki, Suriye’de elde edilecek statü Türkiye’deki sorunları daha fazla kızıştırmaz mı?
Kesinlikle kızıştırmaz. Çünkü şu anda Kürtler, daha doğrusu Kürt coğrafyası dört farklı egemenlik alanında idare ediliyor. Her parçanın Kürtleri özgürlük istiyor. Her parçanın siyasi akımlarının programları birbirinden farklı olsa da Kürt halkı için ortak payda diyebileceğimiz Statü istiyor. Ancak Güney Kürdistan’daki çözümün yöntemi ya da modeli ile Rojava’nın yöntemi veya modeli birbirinden farklı olabilir. Ya da Rojhilat’ın yöntemi Kuzey Kürdistan’dan faklı olabilir. Her parçanın kendi özgünlüğü ve kendi gerçekliği var. Örneğin; Güney Kürdistan’da Bağımsızlık Referandumu yapılıyor. Güney Kürdistan halkı bağımsızlığı oylayacak. Bu mutlaka bugün diğer parçalar için de böyle olmalı diye bir kaidesi yok. Her bir parçanın kendi özgün koşulları içerisinde çözümü esas almak lazım. Her parçanın kendi içerisindeki siyasi akımlarının ortak paydalarına saygı duymak lazım. Örneğin; Rojava’da Suriye Federasyonunun bir parçası olmasının, hem Kuzey’de Kürt sorununun çözümüne katkı sunacağına, hem de Güney ile daha iyi ilişkilerin gelişmesine, hem de İran ile daha iyi ilişkiler geliştirmesine, ayrıca dört ülkenin de birbiriyle olan hukukunun daha insani açıdan, kültürel açıdan, ekonomik açıdan gelişeceğine inanıyorum. Çünkü artık her dört devlet Kürtleri birbirine karşı bir kart olarak kullanma zeminini ve gereğini yitirmiş olacak. Böyle bir şeye ihtiyaç kalmamış olacak. Kürt sorunu çözüldüğünde, iki ülke Kürt sorununu çözdüğünde diğer ülkelerinde Kürt sorununun çözümü konusunda motive edici, deneyim aktarıcı rol oynamış olacaktır. Şu ana kadar her dört devlet, her dört başkent, birbirine Kürtlerin talebini bastırmanın deneyimini aktarıyordu. Oysa bir yerde çözüm olduğunda bu defa çözümün aktarımı konusunda bir kapı aralanmış olacak.
Peki, siz Güney Kürdistan’dan bahsettiniz, orda bir bağımsızlık referandumu hazırlığı var, Güneyde oluşacak bir bağımsız Kürdistan devletinin diğer parçalara etkisi ne olur? Türkiye’nin buna karşı tavrı ortada, HDP bu tavır karşısında ne yapacak?
HDP olarak ilkesel olarak halkların kendi kaderini tayin etme hakkına saygılıyız. Referandum meşru zeminde, eşit koşullarda, hür zeminde, halkın iradesine başvurulan demokratik bir mekanizmadır. Saygıyla karşılıyoruz. Güney Kürdistan halkının iradesi hangi noktada tecelli ederse başımız gözümüz üzerine kabul ediyoruz ve çıkan iradeyi destekliyoruz. Sonuçları itibari ile 21. Yüzyıldayız eğer orada iki toplum, üç toplum bir arada yaşayamıyorsa, sorunlarını sıkıntılarını diyalog yoluyla aşamıyorlarsa ve bu büyük bir çatışma alanına dönüşme riskini bünyesinde taşıyorsa, kötü kardeş olup ölüme vesile olmaktansa çok iyi komşu olmak herkesin hayrına olabilir. Bizim buradaki duruşumuz, temenni ediyoruz ki güney Kürdistan halkının açığa çıkaracağı irade hem Ortadoğu’nun demokratikleşmesine hem de fobilerin ortadan kalkmasına, iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesine ve demokratik kültürün gelişmesine katkı sunmasıdır. HDP olarak duruşumuz güney Kürdistan’daki bütün siyasetlerin, parti bağlamında parlamentosunun ve halkının iradesini esas alıyoruz. HDP olarak bizim üzerimize herhangi bir şey düşerse memnuniyetle destek olmak isteriz.
HDP, olası düzenlenecek olan Referanduma destek için Festival ve Etkinliklerin de yer alır mı? Almayı düşünür mü?
Şüphesiz ki herhangi bir davet gelir ise, elbette ki yetkili kurullarımız da değerlendirilecektir.
HDP’nin başlatmış olduğu Adalet ve Vicdan nöbetlerinde istenilen amaca ulaşıldı mı? Bundan sonraki planlama ve etkinlikler neler olacak?
Bu nöbetin temel amacı eşitlik, özgürlük, adalet ve onurlu bir barışa gidecek yolun kapısını aralamaktır. Temel taleplerimiz var. Temel itiraz noktalarımızdır. Legal demokratik siyasetin tüm kanalları tıkanmış durumdadır. Aynı zaman da Kürt halkının neredeyse legal demokratik temsilcileri, halkın iradesiyle seçilerek gelen temsilcileri siyasetten koparılmak isteniyor. Tasfiye edilmek isteniyor, zindana konulmak isteniyor. Legal siyasetin bütün aktörlerine özgürlük istiyoruz. Bu tıkanıklığın aşılmasını istiyoruz. Olağanüstü Hal Rejimi özü itibariyle bir darbedir. Bu darbe hukukunun ve darbe uygulamasının ortadan kalkmasını istiyoruz. Kanun Hükmünde Kararnamelerle insanların tehdit, baskı altında tutulmasını reddediyoruz. Hükümet mevcut bu politikalarıyla içeride ve dışarıda Kürt halkına karşı bir düşmanlık örgütlüyor. Bu düşmanlık hukukundan, karşıtlık hukukundan vazgeçmesi gerekiyor.
Örneğin; Rojava’nın bir statü sahibi olmasına dair karşıtlığına bir itirazdır Vicdan Ve Adalet Nöbeti. Güney Kürdistan halkının siyasi partilerinin ve hükümetinin, Ankara tarafından bağımsızlık referandumundan dolayı tehdit edilmesine karşı bir itirazdır Vicdan Ve Adalet Nöbetimiz. Bu daha başlangıçtır. Bu bir duruştur. Vicdan, insanı insan yapan en öz kimliğidir. Yani hak olandır. Adalet ise hakkın tecellisidir. Adalet gerçekleşti diyebilmemiz için bütün bu sorun alanlarının aşılması gerekiyor. Bütün bunlar aşılıncaya kadar eşitlik, özgürlük, adalet, onurlu bir barış tesis edilinceye kadar bu çabamız devam edecektir. Eğer gerçekten bu Ülkede barış isteniyorsa, legal demokratik siyaset kadrolarının derhal serbest bırakılması lazım. İmralı’da Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması gerek. Bunlar olmadığı müddetçe hükümet ve hükümetin ittifak halinde olduğu MHP ve Ergenekon, yani şer ittifakının zere kadar bir barış kaygısının, bir demokrasi kaygısının ve arzusunun olmadığının göstergeleri de olacaktır. Dolayısıyla bizlere düşen de şer cephesine karşı güçlü bir vicdani duruşu açığa çıkarmaktır. Bizimkisi çok açık; vicdanımızdan haktan, vicdanlara hakikate çağrıdır. Bunun Diyarbakır’da, Türkiye’de bu mayanın tutacağına yürekten inanıyorum.
Bu noktada size göre halk bu eyleminizi sahiplendi mi?
Kesinlikle sahiplendi. Ben Diyarbakır halkını çok iyi tanıdığıma inanıyorum. Refleksini çok iyi bildiğime inanıyorum. Şu anda adalet ve vicdan nöbetinin 6. gününde geleceğe 7 gün öncesinden çok daha umutla ve moralle bakıyorum. Çünkü bundan önceki bütün baskı politikaları kaybetti. Bu baskı politikası da kaybedecektir. Vicdanlar açığa çıkacaktır, kendisini gösterecektir. Nitekim kendisini göstermiştir, örneğin Newroz’da. Bitti demişlerdi, biz bitirdik demişlerdi. Ama yüz binler alandaydı ve “kimse Newroz’a gelmedi” diye manşet atmışlardı. Oysaki yüzbinler Newroz alnındaydı. Bugün de manşet atmışlar “yapayalnız kaldılar” diye. Zaten bu etkinlik 10 milletvekilinin etkinliği idi. Kaldı ki içinde bulunduğumuz parkın kendisi bir abluka değil iki ablukaya alınmış durumda. Zırhlı araçlarla ve binlerce kolluk gücü tarafından sarılmış durumda. İnsanların alana yaklaşması, girmesi, dışarıdan parkın içine el sallaması suç sayılıyor. Tamamen bir tecrit uygulanıyor. Engel oluşturuluyor, insanlara neredeyse “gelirseniz gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, hata ölümü göze alın” deniliyor. Böylesi bir tabloda, biz Diyarbakır’daki nöbetle amacımıza ulaştık. Çünkü maskelerini bir kez daha düşürdük. Amacımız “vicdandan ne kadar korkuyorlar, haktan ve adaletten ne kadar uzaklar” açığa çıkarmaktı. Bu 6 gün içerisinde bir kez daha açığa çıkardık ki onlar halktan korkuyorlar. Onlar milletin iradesinden korkuyorlar, milletin vekilinin ve kendisiyle yani asil ile vekilin buluşmasından korkuyorlar. İşte bu korkuları bir kez daha açığa çıkmış olduk. Bu etkinlikle deşifre olmuş oldu. Biz etkinliği bitirmeyeceğiz, İstanbul’a devredeceğiz, Van ve İzmir’le de etkinliğimiz devam edecek. Bu mücadele bütün tıkanmış kriz alanları aşılıncaya kadar devam edecek.
Bu etkinliğinize yönelik Güney Parlamento’sunun desteğini bekliyor musunuz?
Elbette ki bu bir vicdan ve adalet çağrısı ve hareketidir. Kürtler için adalet. Ermeniler için, Süryaniler, Ezidiler ve “insanım” diyen herkes için adalet. Güney Kürdistan’da halkın sandık başına gidip referandumda geleceğini tayin etmesine dair oy kullanması işlemi bir adalet arayışı işlemidir. Bizim bu manada çağrımız bütün kardeşlerimizedir. Çağrımız bütün insanlığadır. Nerede bir adalet arayışı varsa bizim o adalet arayışını desteklememiz gerekiyor. Bence en büyük destek, yani Kürtlerin birbirine sunabileceği en büyük destek, Ulusal Kongreyi gerçekleştirmektir. Ulusal kongrenin gerçekleşmesi demek müşterek paydalarda buluşmak demektir. Müşterek paydalarda buluşulduğunda; Tahran’ın, Şam’ın, Bağdat’ın ve de Ankara’nın fitne ve fesat için Kürt halkını birbirine karşı kullanma politikasının başarıya ulaşmasının önündeki en büyük engel olacaktır. Bu manada Kürt siyasi akımlarının birbirine ve halkına gösterebileceği en büyük dayanışma ve katkının Ulusal Kongre’de buluşmak ve ortak paydalarda bir deklarasyon ve bir duruş ortaya çıkarmaktır.
İşte o röportajın tamamı
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve Kürtlerin buradaki durumu ve rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her dört parça Kürdistan için de söylüyorum, bütün Ortadoğu Coğrafyasında, Kürtler şu anda demokrasinin temel dinamiğidir, Ortadoğu’da insani değerlerin gelişiminin ve kalkınmasının temel dinamiğidir. Daha açık ifade etmek gerekirse, bugün Ortadoğu’nun en temel sorunlar, halkların halk olmasından kaynaklı kimliklerinin, kültürlerinin dillerinin baskı altında tutmasından dolayı yaşanan kriz, ikincisi de mezhep kavgasından dolayı yaşanan krizdir. İkisinin açığa çıkarmış olduğu üçüncü bir sorun var, o da devlet geleneklerinin tamamının demokrasiden uzak oluşu. Dolayısıyla liderlerinin neredeyse tamamının demokrasiden uzak oluşu. Bunu devletler anlamında söylüyorum. Bu sorunlarının tümünün kökenine baktığımızda, bizi yüz yıl öncesine götürüyor. Adeta barışı ortadan kaldıran Sykes- Picot anlaşması miadını doldurdu. Ortadoğu yeniden şekilleniyor. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde barışın gerçek manada tesisi; Kürt halkının özgürlük talebi, Kürt halkının statü talebi ve Kürt halkının Arap, Fars, Türk halkıyla eşit ve kardeşlik, dostluk hukuku içerisinde yaşam talebinin kabulünden geçiyor. Eğer bu sağlanırsa hem Kürtler özgürleşmiş olmakla kalınmayacak, 70-80 yıldır Ortadoğu’da sistemlerin, devletlerin demokrasiye kavuşmamasının önündeki bir engel de aşılmış olacak. Bir kriz alanı aşılmış olacak. Dolayısıyla Ortadoğu halklarına demokrasi kültürünü getirmek demek aynı zamanda Kürtlerin özgürlüğü demek. Bu nedenle de ben yaşamış olduğumuz bu acıların, bu sıkıntıların, bünyesinde büyük bir ferahlığı, sosyal ve siyasal dönüşümü barındırdığına inanıyorum.
Türkiye’de Kürt siyasetine yönelik ortaya çıkan baskıları Ortadoğu’da son zamanlarda yaşananlara bağlıyor musunuz? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef neredeyse 60-70 yıl boyunca Tahran, Bağdat, Şam ve Ankara Kürtlerin statü sahibi olmaması, Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı haklarını kullanılmaması için bir ittifak halindeydiler. Şimdi bu ittifak bozuldu, çeşitli nedenlerden dolayı. Aslında bu şer cephesiydi. Ortadoğu’daki son gelişmelerden kaynaklı bu şer cephesi çatırdadı. Ancak şu an Ankara halen bu konuda direniyor. Türkiye’de çözüm sürecini çökerten, masayı deviren en temel nedenlerden bir tanesi, Rojava’da, Kürtlerin statüye doğru ilerleyişini Ankara’nın bir beka sorunu olarak kodlamasıdır. Yani bir nevi 70 yıllık politikalarına geri döndüler. Çözüm sürecini, müzakere sürecini, demokratikleşme sürecinin tümünü heba ettiler ve bunu kırmızı bir çizgi olarak kodladılar. Örneğin; Suriye’de Kürt sorunu çözüldüğünde ve Kürtler “Suriye Demokratik Federasyonu”nun bir parçası olduğunda bu politika çökmüş olacak. Ankara’nın bu politikası hükmünü yitirmiş olacak. Hem içeride hem dışarıda Kürt düşmanlığı politikasından bu vesileyle vazgeçmiş olacak, vazgeçme durumuna gelmiş olacak. Bu nedenle ben, Suriye’deki sorunun çözümünün Türkiye’deki sorunun çözümüne de bir kapı açacağına inanıyorum.
Peki, Suriye’de elde edilecek statü Türkiye’deki sorunları daha fazla kızıştırmaz mı?
Kesinlikle kızıştırmaz. Çünkü şu anda Kürtler, daha doğrusu Kürt coğrafyası dört farklı egemenlik alanında idare ediliyor. Her parçanın Kürtleri özgürlük istiyor. Her parçanın siyasi akımlarının programları birbirinden farklı olsa da Kürt halkı için ortak payda diyebileceğimiz Statü istiyor. Ancak Güney Kürdistan’daki çözümün yöntemi ya da modeli ile Rojava’nın yöntemi veya modeli birbirinden farklı olabilir. Ya da Rojhilat’ın yöntemi Kuzey Kürdistan’dan faklı olabilir. Her parçanın kendi özgünlüğü ve kendi gerçekliği var. Örneğin; Güney Kürdistan’da Bağımsızlık Referandumu yapılıyor. Güney Kürdistan halkı bağımsızlığı oylayacak. Bu mutlaka bugün diğer parçalar için de böyle olmalı diye bir kaidesi yok. Her bir parçanın kendi özgün koşulları içerisinde çözümü esas almak lazım. Her parçanın kendi içerisindeki siyasi akımlarının ortak paydalarına saygı duymak lazım. Örneğin; Rojava’da Suriye Federasyonunun bir parçası olmasının, hem Kuzey’de Kürt sorununun çözümüne katkı sunacağına, hem de Güney ile daha iyi ilişkilerin gelişmesine, hem de İran ile daha iyi ilişkiler geliştirmesine, ayrıca dört ülkenin de birbiriyle olan hukukunun daha insani açıdan, kültürel açıdan, ekonomik açıdan gelişeceğine inanıyorum. Çünkü artık her dört devlet Kürtleri birbirine karşı bir kart olarak kullanma zeminini ve gereğini yitirmiş olacak. Böyle bir şeye ihtiyaç kalmamış olacak. Kürt sorunu çözüldüğünde, iki ülke Kürt sorununu çözdüğünde diğer ülkelerinde Kürt sorununun çözümü konusunda motive edici, deneyim aktarıcı rol oynamış olacaktır. Şu ana kadar her dört devlet, her dört başkent, birbirine Kürtlerin talebini bastırmanın deneyimini aktarıyordu. Oysa bir yerde çözüm olduğunda bu defa çözümün aktarımı konusunda bir kapı aralanmış olacak.
Peki, siz Güney Kürdistan’dan bahsettiniz, orda bir bağımsızlık referandumu hazırlığı var, Güneyde oluşacak bir bağımsız Kürdistan devletinin diğer parçalara etkisi ne olur? Türkiye’nin buna karşı tavrı ortada, HDP bu tavır karşısında ne yapacak?
HDP olarak ilkesel olarak halkların kendi kaderini tayin etme hakkına saygılıyız. Referandum meşru zeminde, eşit koşullarda, hür zeminde, halkın iradesine başvurulan demokratik bir mekanizmadır. Saygıyla karşılıyoruz. Güney Kürdistan halkının iradesi hangi noktada tecelli ederse başımız gözümüz üzerine kabul ediyoruz ve çıkan iradeyi destekliyoruz. Sonuçları itibari ile 21. Yüzyıldayız eğer orada iki toplum, üç toplum bir arada yaşayamıyorsa, sorunlarını sıkıntılarını diyalog yoluyla aşamıyorlarsa ve bu büyük bir çatışma alanına dönüşme riskini bünyesinde taşıyorsa, kötü kardeş olup ölüme vesile olmaktansa çok iyi komşu olmak herkesin hayrına olabilir. Bizim buradaki duruşumuz, temenni ediyoruz ki güney Kürdistan halkının açığa çıkaracağı irade hem Ortadoğu’nun demokratikleşmesine hem de fobilerin ortadan kalkmasına, iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesine ve demokratik kültürün gelişmesine katkı sunmasıdır. HDP olarak duruşumuz güney Kürdistan’daki bütün siyasetlerin, parti bağlamında parlamentosunun ve halkının iradesini esas alıyoruz. HDP olarak bizim üzerimize herhangi bir şey düşerse memnuniyetle destek olmak isteriz.
HDP, olası düzenlenecek olan Referanduma destek için Festival ve Etkinliklerin de yer alır mı? Almayı düşünür mü?
Şüphesiz ki herhangi bir davet gelir ise, elbette ki yetkili kurullarımız da değerlendirilecektir.
HDP’nin başlatmış olduğu Adalet ve Vicdan nöbetlerinde istenilen amaca ulaşıldı mı? Bundan sonraki planlama ve etkinlikler neler olacak?
Bu nöbetin temel amacı eşitlik, özgürlük, adalet ve onurlu bir barışa gidecek yolun kapısını aralamaktır. Temel taleplerimiz var. Temel itiraz noktalarımızdır. Legal demokratik siyasetin tüm kanalları tıkanmış durumdadır. Aynı zaman da Kürt halkının neredeyse legal demokratik temsilcileri, halkın iradesiyle seçilerek gelen temsilcileri siyasetten koparılmak isteniyor. Tasfiye edilmek isteniyor, zindana konulmak isteniyor. Legal siyasetin bütün aktörlerine özgürlük istiyoruz. Bu tıkanıklığın aşılmasını istiyoruz. Olağanüstü Hal Rejimi özü itibariyle bir darbedir. Bu darbe hukukunun ve darbe uygulamasının ortadan kalkmasını istiyoruz. Kanun Hükmünde Kararnamelerle insanların tehdit, baskı altında tutulmasını reddediyoruz. Hükümet mevcut bu politikalarıyla içeride ve dışarıda Kürt halkına karşı bir düşmanlık örgütlüyor. Bu düşmanlık hukukundan, karşıtlık hukukundan vazgeçmesi gerekiyor.
Örneğin; Rojava’nın bir statü sahibi olmasına dair karşıtlığına bir itirazdır Vicdan Ve Adalet Nöbeti. Güney Kürdistan halkının siyasi partilerinin ve hükümetinin, Ankara tarafından bağımsızlık referandumundan dolayı tehdit edilmesine karşı bir itirazdır Vicdan Ve Adalet Nöbetimiz. Bu daha başlangıçtır. Bu bir duruştur. Vicdan, insanı insan yapan en öz kimliğidir. Yani hak olandır. Adalet ise hakkın tecellisidir. Adalet gerçekleşti diyebilmemiz için bütün bu sorun alanlarının aşılması gerekiyor. Bütün bunlar aşılıncaya kadar eşitlik, özgürlük, adalet, onurlu bir barış tesis edilinceye kadar bu çabamız devam edecektir. Eğer gerçekten bu Ülkede barış isteniyorsa, legal demokratik siyaset kadrolarının derhal serbest bırakılması lazım. İmralı’da Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması gerek. Bunlar olmadığı müddetçe hükümet ve hükümetin ittifak halinde olduğu MHP ve Ergenekon, yani şer ittifakının zere kadar bir barış kaygısının, bir demokrasi kaygısının ve arzusunun olmadığının göstergeleri de olacaktır. Dolayısıyla bizlere düşen de şer cephesine karşı güçlü bir vicdani duruşu açığa çıkarmaktır. Bizimkisi çok açık; vicdanımızdan haktan, vicdanlara hakikate çağrıdır. Bunun Diyarbakır’da, Türkiye’de bu mayanın tutacağına yürekten inanıyorum.
Bu noktada size göre halk bu eyleminizi sahiplendi mi?
Kesinlikle sahiplendi. Ben Diyarbakır halkını çok iyi tanıdığıma inanıyorum. Refleksini çok iyi bildiğime inanıyorum. Şu anda adalet ve vicdan nöbetinin 6. gününde geleceğe 7 gün öncesinden çok daha umutla ve moralle bakıyorum. Çünkü bundan önceki bütün baskı politikaları kaybetti. Bu baskı politikası da kaybedecektir. Vicdanlar açığa çıkacaktır, kendisini gösterecektir. Nitekim kendisini göstermiştir, örneğin Newroz’da. Bitti demişlerdi, biz bitirdik demişlerdi. Ama yüz binler alandaydı ve “kimse Newroz’a gelmedi” diye manşet atmışlardı. Oysaki yüzbinler Newroz alnındaydı. Bugün de manşet atmışlar “yapayalnız kaldılar” diye. Zaten bu etkinlik 10 milletvekilinin etkinliği idi. Kaldı ki içinde bulunduğumuz parkın kendisi bir abluka değil iki ablukaya alınmış durumda. Zırhlı araçlarla ve binlerce kolluk gücü tarafından sarılmış durumda. İnsanların alana yaklaşması, girmesi, dışarıdan parkın içine el sallaması suç sayılıyor. Tamamen bir tecrit uygulanıyor. Engel oluşturuluyor, insanlara neredeyse “gelirseniz gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, hata ölümü göze alın” deniliyor. Böylesi bir tabloda, biz Diyarbakır’daki nöbetle amacımıza ulaştık. Çünkü maskelerini bir kez daha düşürdük. Amacımız “vicdandan ne kadar korkuyorlar, haktan ve adaletten ne kadar uzaklar” açığa çıkarmaktı. Bu 6 gün içerisinde bir kez daha açığa çıkardık ki onlar halktan korkuyorlar. Onlar milletin iradesinden korkuyorlar, milletin vekilinin ve kendisiyle yani asil ile vekilin buluşmasından korkuyorlar. İşte bu korkuları bir kez daha açığa çıkmış olduk. Bu etkinlikle deşifre olmuş oldu. Biz etkinliği bitirmeyeceğiz, İstanbul’a devredeceğiz, Van ve İzmir’le de etkinliğimiz devam edecek. Bu mücadele bütün tıkanmış kriz alanları aşılıncaya kadar devam edecek.
Bu etkinliğinize yönelik Güney Parlamento’sunun desteğini bekliyor musunuz?
Elbette ki bu bir vicdan ve adalet çağrısı ve hareketidir. Kürtler için adalet. Ermeniler için, Süryaniler, Ezidiler ve “insanım” diyen herkes için adalet. Güney Kürdistan’da halkın sandık başına gidip referandumda geleceğini tayin etmesine dair oy kullanması işlemi bir adalet arayışı işlemidir. Bizim bu manada çağrımız bütün kardeşlerimizedir. Çağrımız bütün insanlığadır. Nerede bir adalet arayışı varsa bizim o adalet arayışını desteklememiz gerekiyor. Bence en büyük destek, yani Kürtlerin birbirine sunabileceği en büyük destek, Ulusal Kongreyi gerçekleştirmektir. Ulusal kongrenin gerçekleşmesi demek müşterek paydalarda buluşmak demektir. Müşterek paydalarda buluşulduğunda; Tahran’ın, Şam’ın, Bağdat’ın ve de Ankara’nın fitne ve fesat için Kürt halkını birbirine karşı kullanma politikasının başarıya ulaşmasının önündeki en büyük engel olacaktır. Bu manada Kürt siyasi akımlarının birbirine ve halkına gösterebileceği en büyük dayanışma ve katkının Ulusal Kongre’de buluşmak ve ortak paydalarda bir deklarasyon ve bir duruş ortaya çıkarmaktır.